BİLGİYİ NE ŞEKİLDE İŞLEMEYİ TERCİH EDERİZ ?
“Bir şeyin bütünü, tüm parçalarının toplamı değildir” diye düşünür “Sezgisel”ler.
Gerçekler, gerçekler, gerçekler! ise “Algısal”ların tek güvencesidir.
Her birimizin zihninde günde milyonlarca (belki de milyarlarca) birim bilgi akar ve bunların çoğu bilincimiz dışında beynimizde işlenir. Bu işleme algılama adı verilir. Tipolojinin ikinci boyutu da bu konuyla ilgilidir. Peki, dış dünyadan gelen bilgiler insana hangi yollardan ulaşır? İnsan nasıl algılar? Tipolojide algılama algısal ve sezgisel olarak ikiye ayrılır. Tıpkı kişilerin sadece içe veya dışa dönük olmadığı gibi, hepimiz hem algısal hem de sezgisel olabiliriz. Ama doğuştan itibaren algılama şekillerinin sadece birini ağırlıklı olarak kullanmayı (bilinç dışı) tercih ederiz.
Algısallar yani duyularıyla algılamayı tercih eden kişiler gördüklerine, duyduklarına, dokunduklarına, kokladıklarına ve tattıklarına güvenirler. Gerçekçi, pragmatik ve realist insanlardır. Duyuları elle tutulabilen gerçeklere, yani olabileceğe değil olana yöneliktir. Dış dünyaya açık ve ayaklan yere basan tiplerdir. Gerçekleştirilebilecek pratik olasılıklarla ilgilenirler. Olabilecekler üzerine yapılan soyut ve teorik tartışmalar onlar için sıkıcı ve yorucudur. Beş duyularını kullanarak öğrenir ve sadece bu yolla algıladıkları gerçeklere güvenirler. Bu özellikleri çocukluk çağlarında kendini belli eder. Duyularını kullanarak algılayan çocuklar deneyimleri yardımıyla öğrenir. Diğer çocuklarla bir oyuncak için kavga ettiklerinde, anne babalarının onlara “benim – senin” kavramını öğretmeye çalışmaları zordur. Oyuncaklarını diğer çocukların elinden alma deneyimini bizzat kendilerinin yaşamaları gerekir. (Sezgisel çocukların ebeveynleri bu konuda daha şanslıdır, çünkü bu tip çocuklar anlatılanları dinleyerek de öğrenirler.)
DUYULARLA ALGILAMA : ALGISAL , SEZGİLERİNE GÜVENME: SEZGİSEL
Algısal tipler elle tutulur somut gerçeklere yöneldikleri için de çevrelerini bütünüyle algılar ve detayları kaçırmazlar. Tüm detayları zihinlerinde depolarlar. Gerçekleri severler. Duyumsal algılama güçlü olduğunda zihinsel performans çok yüksek olabilir. Eğer birisi, yıllar önce gittiği bir seyahati anlatırken, kısa süreli kaldığı en küçük şehirlerin, lokantaların, otellerin isimlerini, fiyatlarını ve adreslerini, o zaman geçerli olan döviz kurunu bile hatırlıyorsa bu duyumsal bir tiptir. Detaycılıkları yüzünden olayları biraz uzun ve ayrıntılı anlatmaları ise sezgisel tipler için tam bir işkencedir.
Sezgisel tipler de algısallar gibi her iki algılama yöntemini kullanırlar ama sezgilerine (bilinç dışı) öncelik verirler. Sezgisel algılama, bir anlamda “altıncı his” esinler ve içsel kavrama üzerinden gerçekleşir. Bunu anlayabilmek duyumsal algılamayı anlamak kadar kolay değildir. Sezgisel algılamada bilinçsizlik durumu duyumsal algılamadan daha fazladır. Bilinçaltından gelen bazı çağrışımlar şimşek hızıyla beyne iletilerek, sezgisel tiplerin duyularıyla algıladıkları görüntüyle birleşir. Sezgisel algı bu içsel çağrışımlarla oluştuğundan daha ziyade kişiye özeldir.
Sezgiseller gözle görülen ve elle tutulan gerçeklerle pek fazla ilgilenmezler. Gözle görüleni, üstün duyularını kullanarak anlamak isterler. Olaylar arasındaki bağlantıları ve altında yatan anlamları ararlar. Sezgisel tipleri, olayın detaylarından çok altında yatan etik ilgilendirir. Goethe’nin Faust’unun kendini “Dünyayı bir arada tutan nedir?” sorusuna adamış olması, onun sezgisel olduğunun bir göstergesidir. Eğer Faust algısal olsaydı, “Dünya beni hangi gerçeklerden yoksun bırakıyor?” diye sorardı.
GÜL ÖRNEĞİ
Sezgisel ve algısal kişilerin eline birer gül vererek bu çiçek hakkındaki düşüncelerini söylemelerini isterseniz, algısal tip gülün güzel kokusunu ve rengini över, yapraklarının formunu ve yapısını arılatır ve belki de güller hakkında bildiği gerçeklerden ve deneyimlerinden bahseder. Yani kısaca duyularını ve bildiği gerçekleri devreye sokar. Sezgisel tipin cevabı ise, “Gül bana bir kızla ilk buluşmamı hatırlatıyor. O zamanlar 16 yaşındaydım ve çok heyecanlıydım. Bahçemizde herkesin hayran olduğu muhteşem güller vardı. Ben de kıza bahçeden koyu kırmızı bir gül götürmüştüm…” olurdu.
ZAMAN KAVRAMI
Zaman kavramıyla ilgili bir kıyaslama yapıldığında da sezgisel ve duyumsal tipler birbirlerinden farklıdır. Sezgiseller gelecekle, duyumsallar ise şimdiki zamanın sunduğu olanaklarla ilgilenirler.
Örneğin sezgisel bir tip olan X, arkadaşı Y ile arabayla geziyor olsun. Kırsal bölgeden geçerken karşılarına eskiden çok güzel olduğu anlaşılan eski ve yıkık dökük bir ev çıksın. X hemen heyecana kapılarak bu eski evin yenilenirse ne kadar güzel olabileceğini gözünde canlandırır. Detaylara hiç dikkat etmeden bütün evi bir anda benimser. Evi, tamamen yenilenmiş görkemli bir halde iç gözünde canlandırır. Y ise onun heyecanını paylaşmaz. Arkadaşının aksine o, detayları inceleyerek evin tüm kusurlarını görür. Restorasyon giderlerinin inanılmaz ölçüde yüksek olacağını fark eder. Onu sadece gerçekler ilgilendirir.
Algısal insanlar yapılması mümkün olan şeyleri, sezgiseller ise yapılabilecekleri görürler. C.G. Jung, “Sezgisel asla aleni gerçeklerin olduğu yerde değil, olanakların olduğu yerdedir.” demiştir. Yapılabilmesi mümkün olan şeyler sezgiselleri heyecanlandırır. Detaylardan sıkıldıkları için de onları çoğunlukla gözden kaçırırlar. Büyük tasarıları severler, ayrıntıları düşünmek onlar için eziyettir. Tasarıların başlangıç süreçlerini severler. Projelerin ayrıntılarını ve uygulanmasını başkaları üstlenmelidir. Yapılacaklar konusunda kabaca bir plan yaptıkları anda işe girişirler. Kullanma talimatlarını ancak acil durumlarda okurlar. Değişikliği ve çeşitliliği severler, rutin işler onlara dehşet verir. Algısal tipler için ise yaparak öğrenmek işleri halletmenin en verimli yoludur.
İLETİŞİM TARZLARI
Algısal ve sezgisel tiplerin farklı iletişim tarzları vardır. Algısallar daha çok gerçekler, detaylar ve örneklerle ilgilenirken, sezgiseller görüşler, konseptler ve yeni fikirlere ilgi duyarlar. Böylelikle birbirlerini anlayamadan konuşurlar. Sezgisel tiplerin teorik fikirlerini uzun uzun anlatmaları algısalları hem yorar hem de ayaklarının yere basmadığını düşünürler. Sezgiseller düşünceden düşünceye atlayarak, A’dan sonra B’yi düşünen algısalların kafalarını karıştırırlar. Algısal tipler, sürekli somut örnekler vererek anlatmayı severler, ayrıntılarda takılıp kaldıklarında ve bir türlü konunun özüne gelemediklerinde ise sezgiseller sabırsızlanarak içlerinden kendilerinin daha bilgili olduklarını düşünürler.
Algısal tiplerin algılama tarzı realist olarak, sezgisellerin ise idealist olarak tanımlanabilir. Bu yüzden algısallar insan ilişkilerini daha mantıksal değerlendirir. Muhteşem birer gözlemci ve bilgi toplayıcısı oldukları için eşleri konusunda da daha gerçekçi bakış açısına sahipler. Buna karşılık sezgiseller, eşlerinin açıkça görünen davranışlarına ve gerçekten ne söylemek istediklerine fazla dikkat etmezler. Alışkanlıkları dolayısıyla yarattıkları içsel imajlar çoğu zaman yanılmalarına sebep olur. Mükemmel arkadaşlıklar ve birliktelikler hayal ettikleri için de ilişkileri idealleştirirler. Algısallar da hayal kurarlar ama hemen gerçeklere dönebilirler. İlişkilerinde büyük ölçüde öngörüye ve açıkça konulmuş kurallara ihtiyaç duyarlar ve birlikte yapılan planların gerçekleştirilmesini beklerler. Yolunda gitmeyen bir şey olduğunda çok daha gerçekçi hareket ederler. İlişkilerde yaşanan sorunların bazen değişmeyi gerektirmesi sezgiseller için zorlayıcıdır. Çaba gösterilirse her şeyin tekrar düzeleceğine inanmaktan vazgeçmezler. Yapılabileceklerin hayalini kurarlar. Görüşlerine ters gelen bir kaç üzücü hakikati ya görmezden gelirler veya unutulacak kadar önemsiz bulurlar. Tabii ki sezgiseller de karşılaştıkları ilk zorlukta pes etmezler, ama görüşlerinde bazı gerçekleri fazlasıyla dikkate alırlar. Gerçeklik sezgileri yüzünden bir ilişkiden beklentileri daha akla yakındır.
ÇALIŞMA TARZLARI
Sezgisellerin ve algısalların çalışma ve eğitim tarzları da farklıdır. Algısallar teoriden çok pratiğe önem verirler. Sistematik ilerlemeyi severler. Verileri ve gerçekleri adım adım inceleyerek o anda nasıl davranılması gerektiğini araştırırlar. Deneyimlerine güvendiklerinden bir işi halletmek için iyi bildikleri geleneksel yollara başvururlar. “Sağlıklı bir mantık”, kesinlik ve gerçekler en önem verdikleri değerlerdir. Bu değerlerle uyumlu olan işleri tercih ederler. Sürekli yenilikçi tasarılar sunmaktansa, bir görüşle ilgili detaylı çalışmalar ve gerçekçi uygulamalar onlara daha çok keyif verir. Yetenekleri doğrultusunda onları cezbeden akademik alanlar genellikle tıp, coğrafya, tarih ve teknik konulardır. Mesleki eğitimlerde ise daha çok vergi uzmanlığı, bankacılık, oto mekaniği, sekreterlik, tarım ve el sanatları bölümlerini tercih ederler.
Sezgisel tipler yenilikçiliği, yaratıcılığı, yeniden tasarlamayı ve karmaşık bağlantılar üzerinde düşünmeyi severler. Derin kavrama yetenekleri ile araştırarak, bağlantı gibi görünmeyen bağlantıları bulup çıkarırlar. Yeni filizlenen ve gelecek vadeden olaylar konusunda ince bir seziş duyguları vardır. Yeni yollar denemek, bildikleri ve güvendikleri eski metotlardan daha çekicidir.
SON SÖZ
Bir algısal bu satırları okurken kafası karışabilir ve yazılanlar ona anlaşılması güç gelebilir. Bir sezgisel ise soyut bir dünyanın içinde yaşadığından yazılanları onaylayacaktır. Sezgisel tipler genellikle daha yüksek boyutlarda gezinirler, basit detaylarla uğraşmazlar ve bazı önemli bilgileri gözden kaçırırlar. Bu yüzden de gerçekleri değerlendirirken algısallardan daha fazla hata yaparlar. Buna rağmen eğer doğru iz üzerindelerse üretkenliklerini ortaya koymayı başarabilirler.