Eğitimde Nitel Araştırmalar Dergisi – ENAD tarafından yayınlanan bir anlatı araştırmasını sizlerle paylaşmak istedik. ENAD tarafından bize verilen izne dayalı olarak kaynak belirtmek suretiyle araştırma yazısını sitemizde (www.rehberlikakademisi.com) paylaşıyoruz.

Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Bildirisi’nin (www.unicef.org/turkey) 29. maddesinin ilk bendi, taraf devletlerin çocuk eğitiminin hem çocuğun kişiliği hem de zihinsel/bedensel yetenekleri çerçevesinde yürütülmesini öngörmektedir. Türkiye’de çocuk eğitimi üzerine yapılan çalışmalar incelendiğinde ise (bkz. Özdoğan, 2001; Şahin, 2013; Şendurur ve Barış, 2002; Tuğrul ve Duran, 2003) eğitim sürecinde çocukların kişilik gelişimlerinin genellikle göz ardı edilmiş olduğu göze çarpmaktadır. Buna göre, eğitimin çocuğun beraberinde getirdiği kişilik özelliklerini tanımadan gerçekleştirilmesi düşünülemez.

İçedönük öğrencilerle ilgili ulusal alanyazın taraması neticesinde bu öğrencilere yönelik ilkokul düzeyinde herhangi bir çalışmaya rastlanmamıştır. Aynı kavramla ilgili ulusal tezlerin taranması neticesinde de benzer bir durumla karşılaşılmıştır. Bu yönüyle bu çalışma, ulusal alanyazındaki bu boşluğa önemli bir katkı getirme çabası taşımaktadır. Çalışma vasıtasıyla, aynı zamanda ilkokul düzeyindeki zor çocuklar hakkında sınıf öğretmenlerinde bir farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Örneğin, Greenspan ve Salmon’a (2013) göre, beş zor çocuk tipi vardır (“aşırı hassas/duyarlı”, “içedönük”, “asi/isyankâr”, “dikkatsiz/dikkati dağınık”, “aktif/agresif”) ve çocuğun kişiliği de kendisiyle yakın çevresindeki anahtar kişiler arasında vuku bulan iletişim ve etkileşimlerle şekillenmektedir. Çünkü her çocuk kendi doğasını yine kendisine özgü yollarla bu iletişim ve etkileşimler sistemine dâhil etmektedir.

Araştırmanın Amacı
Bu çalışmada, Serap Öğretmenin (çalışmanın ikinci yazarının) kendi deneyimlerinden yola çıkarak sınıfındaki içedönük bir öğrencisinin farkına varma ve ona ulaşma gayreti incelenmiştir. Çalışmada, özellikle aşağıdaki beş soruya cevap aranmıştır:

  1. Serap Öğretmen sınıfındaki içedönük öğrencisini nasıl fark etmiştir?
  2. Serap Öğretmen içedönük öğrencisini tanımak için nasıl bir yol izlemiştir?
  3. Serap Öğretmen içedönük öğrencisine ulaşmak için nasıl bir yol izlemiştir?
  4. Serap Öğretmen içedönük öğrencisinin gelişimine nasıl bir katkı sağlamıştır?
  5. Serap Öğretmenin içedönük öğrencisiyle ilgili deneyimleri mesleğine nasıl bir katkı sağlamıştır?

    Yöntem
    Bu bölümde, çalışmada kullanılan araştırma deseni, Serap Öğretmen (katılımcı), incelemeye konu olan içedönük öğrenci, verilerin toplanması ve analiz edilmesine ilişkin bilgiler sunulmaktadır. Ancak, daha önce bu çalışmanın hikâyesine (nasıl doğduğuna) ve bir araştırmacı (ve çalışmanın birinci yazarı) olarak benim bu çalışmadaki rolüme değinmem gerektiğini düşünüyorum. Bunun aynı zamanda araştırmacı kimliğime ilişkin bir bakış açısı sağlayacağını da umuyorum.

    Araştırmanın Hikâyesi
    Serap Öğretmenle, ilk olarak üç yıl önce (2015 yılında) benden Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Sınıf Öğretmenliği Tezsiz Yüksek Lisans Programında verdiğim Eğitimde Nitel Araştırma Yöntemleri dersimi aldığı zaman karşılaştık. Serap Öğretmen bu dersin bir gereği olarak tuttuğu günlüklerde sınıfındaki içedönük bir öğrencisinden ve bu öğrencisine ulaşmak için uyguladığı bazı stratejilerden, ama aynı zamanda da bu hususla ilgili yaşadığı zorluklardan/ikilemlerden sıklıkla söz etmekteydi. Serap Öğretmen Tezsiz Yüksek Lisans Programında ders dönemini bitirdikten sonra (birinci yılın sonunda) aynı enstitüde açılan bir sınavla Sınıf Öğretmenliği Tezli Yüksek Lisans Programına geçti ve beni de danışmanı olarak seçti. Bu çalışmanın hikâyesi de böylece başlamış oldu.
    Araştırmacı Olarak Rolüm
    Serap Öğretmenle birlikte seminer ve tez konularının belirlenmesiyle ilgili gerçekleştirdiğimiz sohbetlerimiz esnasında, kendisi içedönük öğrencisinden sürekli olarak söz etmeye devam etti. Ben de bu sohbetleri yarı-yapılandırılmış bir görüşme formatına dönüştürerek (tabi ki Serap Öğretmenin de onayını alarak) onun “içedönük bir çocuk” olarak tanımladığı öğrencisiyle ilgili deneyimlerini (hatırladığı kadarıyla) başkalarıyla paylaşmaya karar verdim.
    Dolayısıyla, benim bu çalışmadaki temel rolüm, Serap Öğretmenin içedönük öğrencisiyle ilgili deneyimlerini daha sistematik ve kronolojik bir yapıya kavuşturarak başkalarıyla (siz okuyucularla) paylaşmaktan ibarettir. Diğer bir deyişle, bütün hikâye Serap Öğretmene ve içedönük öğrencisine aittir, bense onlarla sizin aranızda yalnızca bir aracı (ya da hikâye aktarıcı) konumundayım. Çünkü onların hikâyesinin aktarılmaya değer olduğuna inanıyorum.

Araştırmanın Deseni
Bu çalışma, nitel araştırma desenlerinden biri olan “anlatı araştırması (narrative research)” (Clandinin ve Connelly, 2000; Connelly ve Clandinin, 1990) deseni kapsamında yürütülmüştür. Anlatılar, insanların bireysel deneyimlerini içsel süzgeçlerden geçirerek başkalarına aktarma yolu olarak tanımlanmaktadır (Ersoy ve Bozkurt, 2017). Anlatı araştırması ise deneyimlenen bir olay ya da olaylar dizisinin hikâyeler yoluyla başka kişi ya da kişilerle paylaşılması temeline dayanmaktadır. Anlatı araştırmalarında temel amaç, bireylerin dünyayı deneyimleme biçimlerini kendi ürettikleri hikâyeler aracılığıyla incelemektir. Anlatı araştırmacıları genellikle tek bir birey üzerine odaklanırlar ve çalışmalarında o bireyin belli bir olguya ilişkin kişisel deneyimlerini derinlemesine analiz ederler. Bu çalışmada da bir sınıf öğretmeni olarak Serap Öğretmenin aktardığı hikâyeler aracılığıyla sınıfındaki içedönük öğrencisiyle ilgili deneyimleri ve bu deneyimlerinden yola çıkarak hem içedönük öğrencisinde neden olduğu değişim hem de mesleğinde yaşadığı dönüşüm incelenmiştir.

Serap Öğretmen (Katılımcı)
Serap Öğretmen, 14 yıllık öğretmenlik deneyimine sahiptir. 2003 yılında Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği Programından mezun olmuştur. 2003-2004 öğretim yılında Bingöl’ün Genç İlçesi’nin Yoldaşan Köyü’nde sınıf öğretmeni olarak göreve başlamış ve burada bir yıl çalışmıştır. Daha sonra, Konya’nın Cihanbeyli ilçesinde bulunan Kırkışla Köyü’nde iki yıl çalışmıştır. Ardından halen 11 yıldır görev yapmakta olduğu Konya’nın Meram İlçesine bağlı Hanefi Aytekin İlkokulu’na atanmıştır.

Serap Öğretmenin görev yaptığı ilkokullar genel olarak kırsal, kenar mahalle ya da dezavantajlı bölge okulları kapsamında bulunmaktadır. Örneğin:

Şu an görev yaptığım ilkokul, dezavantajlı bir bölgede bulunmaktadır. Bölge, sürekli göç alan kıyı bir mahalle ile kırsal bir yerleşim yeri arasında ne tam bir şehir kültürüne uyum sağlamış ne de tam bir kırsal hayat sürdüren ailelerden oluşan bir yapı arz etmektedir. Bölge son zamanlarda da göç almaya devam etmektedir, özellikle de Suriye’den gelen göçmenler tarafından tercih edilen bir bölge olmuştur. Bölgenin sosyokültürel yapısının diğer önemli bir özelliği ise parçalanmış ailelerden (boşanmış, ebeveynlerden birisi hapse girmiş, vb.) veya resmi nikâhlı olmayan eşlerden gelen çocukların sayısındaki artıştır. Velilerin geneline bakınca, ilkokul, ortaokul ve seyrek olarak da lise mezunu olan ebeveynlerden oluşmaktadır. Memur olarak görev yapan çok az sayıda velimiz vardır. Ev ziyaretleri yaptığım zamanlarda gözlemlediğim kadarıyla, evlerde genellikle soba yakılıyor ve ev içindeki aynı mekân kış boyunca aile bireyleri tarafından toplu yaşam alanı olarak da kullanılıyor. Çocukların genellikle kendilerine ait bir odası bulunmuyor.

Genellikle eğitim seviyesi düşük ve alt-sosyoekonomik düzeydeki ailelerden gelen öğrencilerin beraberinde getirdiği zorlukları hiçbir zaman göz ardı etmeden görevine devam ettiğini belirten Serap Öğretmen, kendisini bir sınıf öğretmeni olarak şöyle tanımlamaktadır:

Sınıf öğretmeni olmak bilinçli bir tercihimdi ve bu tercihimde görevime başladığım andan itibaren her şeyin iyi gitmesi için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. 60 kişiyi aşmış sınıf mevcutlarıyla da çalıştım. Her sınıf ortamına ait sosyokültürel yapıyı göz önünde bulundurarak her öğrencime eşit muamelede bulunmak şiarından hiçbir zaman vazgeçmedim. Her zaman öğrencilerimin fiziki, psikolojik ve büyüdükleri aile çevresi gibi faktörler sebebiyle farklı olduklarının farkında oldum. Bu nedenle, her zaman formalitelerin ötesinde bir planlama yapmaya çalıştım. Ön hazırlıklarımı öğrenci seviyelerini ve bireysel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak planlarıma dâhil ettim ve kazanımlarıma odaklandım.

İçedönük Öğrencinin Farkına Varma

Sınıfınızda içedönük bir öğrenci olduğunu nasıl fark ettiniz?
Gardner’ın (2004) Çoklu Zekâ Kuramı sınıfımdaki öğrencilerin bireysel özelliklerini kavramamda bana önemli bir bakış açısı sunmasına rağmen, bazen sınıf ortamında içinden çıkamadığım veya anlam veremediğim problem oluşturan davranışlarla ve bu problemli durumları bana yaşatan öğrencilerle her zaman karşılaşıyordum. Her şeyin mükemmel olmasını bekleyen bir yapım olmadığı halde bu davranışların sebebini bir tanıma sokamamam öğretmen olarak çizdiğim yol haritamda da bazı çıkmazlara sebep olmaktaydı.
Örneğin, halen görev yapmakta olduğum ilkokulda birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar okuttuğum ve iki yıl önce mezun ettiğim sınıfımı çok belirgin olarak gözlemlemeye başlamıştım. Öncelikle yaşadığım duygu hayal kırıklığıydı. Aynaya baktığımda ya da güne ait öğretmenlik mesaimin bir değerlendirmesini yaptığımda, karşıma öğretmenliğimden memnun olmadığım bir tablo çıkıyordu. Çünkü 70 kişilik sınıf mevcuduna yaklaşan sınıf ortamlarında dahi yaşamadığım sıkıntıları/zorlukları bu sınıfımda çok sık aralıklarla yaşar olmuştum.

Genellikle, her gün mesai bitiminin ardından günümü değerlendirirken kendime sorular sormaya başlarım. Ama bu sefer önceki sorularımdan farklı olarak daha sistematik ve çözüm odaklı cevaplar bulmada kararlıydım. Kendime şu soruları yönelttim:

  • Beni ve öğretim ortamını en çok yıpratan, olumsuz etkileyen öğrencilerim kimlerdi?
  • Bu öğrencilerim hangi sebeplerle bu durumları bana yaşatmaktaydılar?
  • Birey olarak iletişim kuramadığım öğrencilerim kimlerdi?
  • İletişimsizlik diğer yaşadığım problemlerin neresindeydi?
  • Benim için önemli olan tüm öğrencilerimle hedeflenen kazanımlara ulaşabildiğim bir sınıf ortamı mıydı yoksa çoğunluğun başarısını besleyen ve beni de mesleki açıdan rahat ettiren bir öğretim ortamı mıydı?
    Bu sorulara ilişkin cevaplarımı ancak sınıfımı bir yıl gözlemleme fırsatı bulduktan sonra net bir şekilde verebildim ve sonrasında da öğrencilerimi sorun yaşadığım durumların sebeplerine yönelik olarak gruplandırdığımı fark ettim.

Sınıfınızda uyguladığınız gruplama stratejinizi somutlaştırabilir misiniz?
Şöyle ki: Sınıfım 27 öğrenciden oluşmaktaydı.

Öğrenme problemi yaşayan öğrencilerim: Raporlu iki kaynaştırma öğrencim vardı. Bu öğrencilerimin durumunu kabullenmiştim. Süreç içerisinde biri üçüncü sınıfın ikinci yarısında okuma yazmaya geçti, diğeri de dördüncü sınıfın ilk yarısında. Yaşadıkları bazı problemlerin, onların normal seyirdeki öğrenme hızına ulaşmalarını engellediğinin farkındaydım. Ek çalışmalar, gereğinden fazla sabır, her ne kadar enerjinizden, dinlenme sürelerinizden çalsa da onlarda gördüğünüz ilerleme her şeyi unutturmaya yetiyordu.

Aileleri tarafından şımartılmış öğrencilerim: Bazı öğrencilerim aileleri tarafından gereğinden fazla şımartılmıştı. Altı kişi olmakla beraber hareketlerindeki aşırılıkları, gereksiz gevezelikleri ve söz dinlemedeki isteksizlikleri bu öğrencilerimin genel özellikleriydi.

Aileleri tarafından dışlanmış ya da şiddete maruz kalmış öğrencilerim: Bir de ebeveynleri tarafından horlanmış, şiddete maruz bırakılmış ya da fazlasıyla pasif edilmiş ve sayıları da bir hayli kabarık bir öğrenci grubum daha vardı. Öğretmenlik yaptığım bölge merkezden uzak, dezavantajlı bir bölge okuluydu ve bu gruptaki öğrencilerim evde ebeveynleri tarafından onlara gösterilmeyen sevgi ve hoşgörüyü bende görünce sınıf ortamında bir rahatlama yaşıyorlardı ve bu rahatlama onlarda sınırları kavrayamama, nerde duracağını bilememe, gevezelik, aşırı hareketlilik gibi özelliklerle kendini gösteriyordu. 13 kişiden oluşan bu öğrenci grubumun şımarık olarak tanımladığım grubumla aynı özellikleri göstermesi de çok ilginç bir farkındalık oldu benim için. Zamanla onların da uyumu artmaya başladı ve doğal olarak olumlu kazanımlar sergileyip beni rahatlattıkları gibi tam aksine hiç yol almamışım gibi hissettirdikleri anlar da oluyordu. Zamanla birbirimizi idare ettiğimiz ya da eskiye nazaran daha anlayışlı olduğumuz anlar da arttı.

Normal öğrencilerim: Beş öğrencim ise normal olmakla beraber verilen görevleri harfiyen yerine getiren ve sınıf ortamını olumsuz etkilemeyen çocuklardan oluşmaktaydı. Paylaştıkları sınıf ortamını düşündüğümde onlara haksızlık yapıyormuşum hissine kapıldığım çok zaman yaşadım. Onların şikâyetçi olmayan, gayretli ve sakin tutumları beni hep rahatlatan nedenlerden biri oldu.

Diğerlerinden farklı (içedönük) öğrencim: Bu öğrencilerim dışında çok farklı olan bir öğrencim daha vardı. Uzaktan “uslu” gibi görülen bu öğrencim aşırı derecede içine kapanık bir çocuktu ve ulaşılması zor bir kişiliği vardı. Genelde gülmez, ağlamaz, tepkileri çok zayıf ve mutsuz gibi görünürdü. Arkadaşlık ilişkileri zayıf, sıkça dalan, derslerindeki başarı durumu ise ortalamanın üstündeydi. Her öğrencim yorum yaparken, onun konuşmasını duymak için çokça çabaladığım ama sonuçta “evet” veya “hayır” kelimesinden başka bir cevap alamadığım çok anım vardır. Benim bu öğrenciye ulaşma çabam geri teptikçe içimde engelleyemediğim bir ses eğer ona ulaşabilirsem onun açısından her şeyin daha iyi olacağını söylüyordu. Ve bu öğrencimle olan hikâyem de bu sese “evet” dememle başlamış oldu.

İçedönük Öğrenciyi Tanıma

Öğrencinizin içedönük bir öğrenci olduğunu nasıl kararlaştırdınız?
Öncelikle, kendime şu soruyu sordum: “Bu öğrencim sınıf öğretmenlerinin genel varsayımı ile sadece uslu bir öğrenci miydi yoksa kendine has bazı kişilik özellikleri ve sorunları olan farklı bir öğrenci miydi?”
Aslında yaptığımız tanımlamalar problemleri daha net görebilmemiz için bize yardım ederler. Ben de bu öğrencimin durumunu anlamaya çalışırken ve bu konuda meslektaşlarımdan yardım alırken, o güne kadar pek duymadığım bir kavramla karşılaştım. Tepkileri zayıf, arkadaşlık ilişkileri zayıf, çok az gülen, çok az konuşan, derslere katılmayı sevmeyen, yaramaz değil ama gizliden gizliye sorunları olduğunu bana sezdiren, mutsuz görünen, diğerleriyle oyun oynamaktan sıkılan, yalnız kalmayı tercih eden, çekingen ve utangaç olan, sessiz ve pasif bir şekilde etrafını izleyen, bana ulaşılmaz olduğunu haykıran ve derin derin düşünen öğrencim için bir meslektaşım “O zor bir çocuk olabilir” dedi.

“Zor çocuk” kavramını daha önce hiç duymamıştım. Bu kavramı ilk önce zihnimde günlük rastgele konuşmalarımızda geçen “Zor mu zor bir insan” deyimiyle örtüştürdüm. Daha sonra bu konuyla ilgili yazılmış bir kitabın olup olmadığını araştırdım. İlk olarak, Anne, Baba ve Eğitimciler için Zor Çocuk (Turecki ve Tonner, 2011) kitabını okudum ve zor çocuk olgusu zihnimde biraz daha canlandı. Bu kitabı okumakla, aslında yıllardır okuttuğum birçok sınıfta zor çocuklarla karşılaşmış olduğumun fakat onlara farklı etiketlerle yaklaştığımın farkına vardım. Aynı zamanda, zor çocuğun kökeninde “mizaç” diye tabir edilen bir doğallığın var olduğunu, bunun da bir ömür boyu bireye eşlik ettiğini öğrendim.
Tanımadığımız her şey bize korku ve tedirginlik verir. Aslında bu öğrencim adına yaşadığım tedirginlik, başlı başına onun içinde bulunduğu durumu tanımamamdan kaynaklandığını fark ettim ve bunu anlamak bir öğretmen olarak bende müthiş rahatlama hissi yaşattı. Fakat öncelikle buna emin olmam gerekiyordu.

İlk aşamada, Anne, Baba ve Eğitimciler için Zor Çocuk (Turecki ve Tonner, 2011) kitabını kendime rehber edindim. Bu kitaptan edindiğim bilgilere göre, her birey kendine özgü mizaç özellikleri ile bu dünyaya gelmektedir ve herkeste bu mizaç özellikleri az ya da çok bulunmaktadır. Zor çocuk içinse bu durum biraz daha farklıdır. Bu mizaç özellikleri, bireyin doğumuyla beraber normalden daha fazla hatta aşırı mevcutsa, bu durumun dışa vurumu işleri, hayatı ve çocuğu da zorlaştırmaktadır ve bu tip bireylere de “zor çocuk” adı verilmektedir. Zamanla bu konu ile alakalı okuduğum diğer kaynaklarda “güç çocuk”, “meydan okuyan çocuk”, “davranışsal açıdan zorlayıcı çocuk”, “eğitimi zor çocuk”, “problem çözme becerisi olmayan çocuk” gibi adlandırmaların da yapıldığını fark ettim. Her birinin ortak özelliği ise merkeze bireyin doğuştan getirdiği doğal yanını (“mizacını”) koymuş olmasıydı, ama aynı zamanda hiçbirinin bu farklılığı kendi tercihi ile seçmemiş olmasıydı.

Örneğin, Turecki ve Tonner’a (2011, s. 42) göre, “Mizaç erken yaşlarda ve çocuğun bir parçası olarak kendini gösterir, çocuğun kendi dışındaki bir şeye karşı verdiği tepki değildir.” Dolayısıyla, eğer davranış sorunları yakın zamanda bir ayrılık ya da boşanma, yeni bir kardeşin dünyaya gelmesi, başka bir şehre taşınma, fiziksel bir hastalık başlangıcı ya da okul ve akran sorunları gibi olaylara tepkisel olarak gelişmişse, söz konusu bu durum çocuğun mizaç bakımından zor olduğunu göstermez.
Ayrıca, zor çocukların hepsi aynı değildir. Mizacın hangi alanlarının baskın olduğuna bağlı olarak durum değişir. Zor çocuklar, temelde kolay çocuktan bazı zor özellikler taşıyanına kadar değişik seviyelerde birbirlerinden farklılaşırlar. Bu sebeple, ilk aşamada öğrencimi doğru tanımlayabilmek için Anne, Baba ve Eğitimciler için Zor Çocuk (Turecki ve Tonner, 2011, s. 27) kitabında geçen mizaç özelliklerine ilişkin olarak öğrencimdeki durumu tespit etmeye çalıştım. Mizacın on temel özelliğine göre öğrencim “faaliyet seviyesi”, “otokontrol seviyesi”, “konsantrasyon” ve “düzen” boyutları bakımından skalanın kolay çocuk kısmındayken, “tepkilerindeki yoğunluk”, “duyu eşiği”, “ilk tepki”, “uyum sağlama”, “ısrar” ve “baskın ruh hali” boyutları bakımından ise skalanın zor çocuk kısmındaydı.
Bu aşamada ayrıca bana zor çocuk olgusunu anlamam hususunda çok büyük yardımı dokunan Zor Çocukları Anlamak (Greene, 2015) adlı kitabı okudum. Bu kitapta davranışsal açıdan zorlayıcı çocukların çoğumuzun herkeste olduğunu varsaydığı “uyum sağlama”, “hayal kırıklığına tolerans gösterme” ve “sorun çözme” gibi becerilere sahip olmadıkları vurgulanıyor. Bu durum olaya tümüyle farklı bir bakış açısı getiriyordu, ortak payda ise zor çocukların bunu seçerek değil doğuştan beraberlerinde taşımış oldukları bir mizaçla yaşıyor oluşlarıydı. Bu kitaptan edindiğim bilgiler ışığında, öğrencimin günlük hayatta yaşadığı bazı problem durumlarına yönelik nasıl tepkide bulunacağını bilemediğini fark ettim.
Zor çocuk olma durumu zamanla gelişen değil, doğumla beraber var olan ve devam eden bir süreç olduğundan öğrencimin durumunu ebeveynleri ile görüşmemin de faydalı olacağını düşündüm. Bu bağlamda, Zor Çocukları Anlamak (Greene, 2015) adlı kitapta ebeveynlere ve öğretmenlere rehberlik etmesi açısından verilen “Gelişmemiş Beceriler ve Çözülmemiş Sorunlar” adlı ölçek yol göstericilerimden biri oldu. Bu ölçeği öğrencimin annesi ile beraber doldurduk, çünkü içedönük öğrencimi en iyi tanıyanlardan biri de ona en yakın olan annesiydi. Bir bireyin çözemediği sorunların ne olduğu doğru tespit edildiği vakit çözüm için büyük bir adım atılmış olunmaktadır. Ben de velimle beraber bu ölçeği doldurdum ve annesiyle birlikte bu öğrencime özgü olan (ve çoğunlukla da ev ortamına ait) gelişmemiş becerilerini şu şekilde sıraladık:

  • Eve verilen ödevleri yapmakta sıkıntı çekiyor. Of sesi bizi bunaltıyor. Bazen ödev yapmayı reddediyor.
  • Zaman algısı hiç yok. Eğer sevdiği bir işi yapıyorsa, mesela TV izlemek veya resim yapmak gibi saatler geçse de farkına varamıyor.
  • Kitap okumaya odaklanmakta zorluk yaşıyor.
  • Kardeşleriyle tartıştığında çözüm bulamayıp kendini kapatıyor, kilitlenmiş gibi oluyor.
  • Herhangi bir olay karşısında ne hissettiğini bilmek çok zor, çünkü duygularını açığa vurmuyor ve düşüncelerini paylaşmıyor. Kısa ve hissiz konuşuyor.
  • Yoğun ağlama krizlerine giriyor.
  • Sürprizleri sevmiyor, eve gelen misafirlerle ilişkisi çok zayıf.
  • Plan dışı gelişen hiçbir şeyi kabul etmiyor, direniyor.
  • Anneden veya babaanneden ayrılma korkusu var. Güven problemi yaşıyor.
  • Sosyal ilişkileri çok zayıf, akrabalarla ilişkilerinde oldukça mesafeli davranıyor.

    Ayrıca, anne ile düzenli aralıklarla ve detaylı olarak içedönük öğrencim hakkında görüşmeye devam ettik. Bu görüşmeler neticesinde bu öğrencimle ilgili şu ek bilgileri de edindim:

Öğrencim doğduğunda sakin ve çok ağlamayan bir bebek olarak dünyaya gelmiş. Başta çok uslu bir bebeğinin olduğunu düşünen anne zamanla az konuşan, tepkileri zayıf, ilişki kurmakta zorlanan ve aşırı utangaç olarak tarif ettiği oğlunun aslında fazlaca çekingen ve korkak olduğunu anasınıfında farkına varmış. Anasınıfında oyunlara katılmayan, sınıf içine girmekte zorlanan ve öğretmenini kabul etmeyen bu öğrencim okula sadece dört ay devam edebilmiş ve bu durum hem öğretmen hem de anne için eziyete dönüşünce de okulu bırakmış. Ayrıca, öğrencimin babaannesi torununun problemli yanlarını hoş görmeye çalışan ve onun problemli değil de sadece içine kapanık bir çocuk olduğunu söyleyen bir ebeveyn olarak torununa hep sahip çıkmış.

Genel olarak sakin, sessiz, heyecansız, tepkisiz, utangaç, mutsuz, düşünceli ve kolay kolay uyum sağlamayan, farklı ortam, plan ve oyunları dahi kabul etmeyen bir profil çizen bu öğrencim yedi yaşında birinci sınıfa başlayıp sınıf öğretmeni olarak benimle tanışınca öğrenim hayatına da başlamış oldu. İki yıl boyunca bu öğrencimi gözlemleme ve tanıma süreci neticesinde onunla olan beraberliğim üçüncü yılına girmişti.

İçedönük öğrencinize yönelik ilk iki yıldaki yaklaşımınızı kısaca değerlendirebilir misiniz?
İlk iki yılda, sıradan bir insanın bile bir iki günde farkına varacağı gibi, sınıfımda sessiz ve utangaç bir öğrencim olduğunu çok net görmüştüm. Bu sebeple onunla ilişkim, öğretmen-öğrenci ilişkisi bağlamında onun gerçeğinin gerektirdiği bir biçimde sürmekteydi. Bir sınıf öğretmeni olarak öğrencimin içine kapalı bir yapıda olduğunu birinci sınıfa başladığı ilk günlerde fark ettim. Diğer çocuklardan farklı olarak bu öğrencimin özellikle anneden ayrılmama konusunda direnmesi, haftalarca annenin okula onunla beraber gelmesi, bu süre zarfında pek konuşmaması ve oyunlara katılmaması gibi durumlar ve bu durumların istikrarlı bir biçimde devamı ondaki farklılığı açığa çıkaran öğelerdi.
Öğrencim okula başladıktan ilk bir ay sonra, isteksiz de olsa anneden ayrılmaya başladı çünkü beni ve bulunduğumuz ortamı güvenli olarak görmeye başladı. Onun okulu ve sınıfımızı kabullenmesinin ilk basamağı bana güvenmesiydi ki bu her çocuk için geçerli bir basamaktır. Yalnızca bu süreç içedönük öğrencimde normalden daha uzun sürmüştü. Sınıf içinde ilgisiz, kararsız, dalgın ve sıkılgan bir görünüm içindeydi. Genel ruh hali mutsuzdu. Hiçbir arkadaşını önemsemiyor ve onlarla ilişki kurmak istemiyor gibi davranıyordu. Sakin bir görüntüsü vardı. Kavga etmez, tartışma ve oyunlara katılmazdı. Okula öylesine gelip giden bir öğrenci profili çiziyordu. Birçok sınıf öğretmeni için eğer bir öğrenci akademik olarak normal seviyede ise onun okula öylesine gidip gelmesi bir problem teşkil etmez. Fakat benim için bu durum rahatsız ediciydi, çünkü içedönük öğrencimin sahip olduğu öğrenebilme gücünü aynı zamanda sosyal ilşkilerinde karşılaştığı problemleri çözebilmesinde de uygulamasını istiyordum. Her şeyden öte, onun okul sınırları içinde kendini mutlu edecek durumların farkında olmasını sağlamalıydım. Dolayısıyla, bireysel farklılıklara saygı duyan bir sınıf öğretmeni olarak içdönük öğrencime yönelik ilgimi hiç esirgemedim. Sınıf ortamında o istemese de ona konuşma hakkı vermeye, grup oyunlarında onu grup içine dâhil etmeye, yaptığı ödevlere veya herhangi bir konudaki başarılarına karşın onu överek yüreklendirmeye; kısacası kendine karşı güvenini kazanması için her fırsatı değerlendirmeye devam ettim. Mesela ilk iki yılda, içedönük öğrencimin okuldaki diğer tüm sınıf öğretmenlerini ve idarecileri tanımasını sağladım, çünkü diğer öğrencilerimden farklı olarak onun güven duyacağı alanın genişlemesi ve ihtiyaç duyduğu vakit telaşlanmadan yardım isteyebileceği kişilere en kestirme yoldan ulaşması benim de onun da işini kolaylaştırıyordu. Ya da bazı günler okula gelmek istemeyen bu öğrencime (ki bu günler genele vurulunca abartılacak kadar çok olmamakla beraber) anlayışla yaklaşıp annesi ile durumu dikkatlice değerlendirip sebeplerini anlamaya çalışıyordum. Ancak, her şeye rağmen ona ulaşma çabalarım yeterince amaca yönelik bir ilerleme sağlıyordu diyemem.
İlk iki yıl birçok öğretmenin genel farkındalığı ile içedönük öğrencime yaklaşmam ile sonraki yıllar onun asıl durumunun ve özelliklerinin farkına vararak yaklaşmamın getirileri arasında büyük farklılıklar var. Ben öncelikle konuyla alakalı olarak ulaştığım bilgilerde zor çocukların genel mizaç özelliklerinin farkına vararak içedönük öğrencimin yaşadığı ve yaşattığı tüm sorunların normal bir süreci içerdiğini kavradım. Bundan sonra ise onun bireysel farkındalık alanının, sosyal becerilerinin ve kendine güven duygusunun gelişmesinde, bununla beraber akademik olarak da ilerlemesinde olumlu kazanımlar elde etmesi adına adımlarımı daha bilinçli attım.
Bu süreçte isterdim ki bir rehber öğretmenin gözlemleri ve değerlendirmesiyle içedönük öğrencime daha nitelikli bir yardımda bulunayım fakat görev yaptığım okulda kadrolu bir rehber öğretmeni bulunmamaktaydı. Öğrencim de onu Rehberlik Araştırma Merkezine yollamamı gerektirecek kadar öğrenme problemleri yaşamamakla beraber öncelikle bahsettiğim gibi bazı uyum problemleri göstermekteydi. Ona yardım etme hususunda ona en yakın olan ve onun güvenini kazanmış annesi ile işbirliği yapmak tek fırsatımdı. Bir de bu tip içedönük zor mizaçlı bireylerin ilişki kurdukları kişilere güven duymaları ve onlarla sağlıklı ilişki kurmaları uzun bir süreci içerdiğinden bizim zaman kaybetmememiz ve duruma hâkim olmamız kendi fikrimce çok önemliydi.

İçedönük Öğrenciye Ulaşma
İçedönük öğrencinize ulaşmak için nasıl bir yol izlediniz?
Tabi ki farklı kaynaklardan okumalarımı sürdürdüm. Bu aşamada özellikle içedönük öğrencilerin öğrenim hayatlarıyla ilgili okumalara (okulda yaşadıkları zorluklar, vb.) yöneldim. Örneğin, İçedönük Çocuklar kitabında Laney (2015, s. 198-199) içedönük bir çocuğun okuldaki çıkmazlarını şu şekilde açıklamaktadır:

Okul tüm çocuklar için engellerle dolu bir yerdir. Ama içedönükler sınıf ortamında belli zorluklarla karşılaşırlar. Birincisi; dışarıda olmanın ve dışsal şeylere odaklanmanın enerjilerini tüketmesidir. Kendi rahat alanlarının dışındadırlar. Bu da ellerinden gelenin en iyisini yapmalarını zorlaştırır. Tipik sınıflar gürültülüdür, dikkat dağıtıcı görsellerle doludur ve başkalarına çok yakın olmayı gerektirir. Duymak zordur, insanlar hızlı konuşur ve farklı aksanları vardır. Üstüne üstlük deşarj olunabilecek çok az zaman ve yer vardır. İkincisi, içedönükler bilgiyi işlemek, iletişim kurmak ve çalışmaları hızlı bitirmek konusunda sıkıştırılırlar. Becerileri; hızlı çalışma, hazır olmadıkları görevleri üstlenme ve sürekli sınavlara göre ölçülür. Buna ek olarak sınıf önünde konuşmak, başkalarının standartlarını ve görüşlerini benimsemek, sözlerinin kesilmesine tahammül etmek, konudan konuya atlamak ve grup halinde çalışmak gibi çok gayret gerektiren şartlara zorlanırlar. Ayrıca içedönük çocuklar sınıfta küçük görülebilirler. Cevval çocuklar öğretmenlerin daha çok ilgisini çeker.

İçedönük bir çocuğa ulaşmak ve ulaştığınıza da emin olmak güçtür, çünkü karşınızda herhangi bir durumdan çok hoşlandığı bir vakitte bile size bunu belli etmeyen, derslerinizde hedef ve davranışlara yönelik öğrendiği bilgileri sizinle paylaşmayan, arkadaşlarına ve size pek de dostane davranmayan bir çocuk vardır. Bu sebeple adımlarınızı atarken “empatik” ve “proaktif” yaklaşımları elden bırakmamanız gerekmektedir. Empatik yaklaşım her tip zor çocuk adına “Ben olsaydım ne hissederdim?” sorusuna verilen cevapların size yol göstericiliğidir. Proaktif yaklaşım ise bu süreçte okuduğunuz kaynaklardan tutun da, gözlemleriniz ve öğrencinizin ebeveynleri hatta okuldaki diğer öğretmenler ve öğrencileriniz ile işbirliği içinde ortak çalışabilmenizin yoludur.
Her şeyden önce, ben içedönük öğrencimin durumunu tespit etmeye çalıştım, onu rahatsız eden ve durumunu zorlaştıran yönlerine göre gözlemlerde bulunup bu konuyla ilgili kitapları okuyarak bilgimi arttırdım. Ayrıca, öğrencimin ev ortamıyla ilgili durumunu özellikle annesiyle yaptığım görüşmelerle tespit etmeye çalıştım. İzlediğim yolu aşamalı olarak belirtmem gerekirse karşıma şöyle bir süreç çıkmaktadır:
Birinci aşama: Problemin farkına varmak. Benim problemim beni zorlayan bir sınıfta kendini içe kapayan bir öğrencimin varlığı ve ona nasıl yardım edebileceğim konusundaki bilgisizliğimdi.
İkinci aşama: Zor çocuk olgusunun farkına varmak ve zor çocuk olgusuyla ilgili farklı kaynaklara ulaşarak bilgi edinmek.
Üçüncü aşama: Gözlem yoluyla öğrencimi tanımak ve onun içinde bulunduğu durumu anlamak.
Dördüncü aşama: Ailesi ile görüşme yapmak ve evdeki konumu itibariyle zor çocuk olma şartlarını taşıyıp taşımadığını teyit etmek.
Beşinci aşama: Ona yaklaşım tarzımı onun ihtiyaçlarına göre belirleyip amaç ve hedeflerimi belirlemek.
Altıncı aşama: Amaç ve hedeflerim doğrultusunda öğrencimin olumlu ve kalıcı kazanımlara ulaşmasını sağlamak.
Yedinci aşama: Süreci izlemek ve değerlendirmek.
Bu yol haritasına bakıldığında uzaktan zahmetli gibi değerlendirilebilir. Ama empatik bir yaklaşımla öğretmen olma sorumluluğunuz birleşince, aslında tüm öğretmenlik anlayışınıza anlam katan bir sürece dönüşmektedir. Çekilen zahmet varsa da, inanın içedönük bir çocuğun çektiği sıkıntı yanında çok basit kalmaktadır.

İçedönük öğrencinize yönelik sınıf içinde veya dışında uyguladığınız etkinliklere örnek verebilir misiniz?
Örneğin, içedönük öğrencimin anasınıfına devam edememesi ve birinci sınıfta sosyal ortamı kabul etmekte zorlanması, anne varlığını devamlı yakınında hissetmekteki ısrarı, vb. hakkında edindiğim bilgiler neticesinde yaşadığı “ayrılık kaygısı” ile ilgili ilkin onun bana güvenmesini sağlamam gerekti, bu ilk şarttı. Ayrılık kaygısı bozukluğu içedönük çocuklarda sıklıkla görülen davranış problemlerinden birisidir. Austin ve Sciarra’ya (2015, s, 134) göre;

Ayrılık kaygısı bozukluğu semptomları çocuğun evden ve/veya bağlandığı nesnelerden ayrı kalmayla ilgili aşırı korku veya kaygı duyma ve ebeveynlerinden ayrı kaldığı süre zarfında onların başına kötü bir şey geleceğine dair büyük bir endişe halidir. Çocukların büyük çoğunda ayrılık korkusu vardır; bu nedenle, normal ayrılık kaygısıyla bir rahatsızlık olarak ortaya çıkan ayrılık kaygısı arasında bir ayrım yapılması çok önemlidir. Ayırt edici tanı, semptomların tipi, şiddeti, süresi ve çocuğun işlevleri üzerindeki etkisine bağlı olarak yapılır.

Ben ayrılık korkusuna/kaygısına yönelik içedönük öğrencimi hiç suçlamadım. Bazı hikâyelerle bu korkunun normal ve yaşanabilir olduğunu ve sonrasında geçeceğini ona açıklamaya çalıştım. Özellikle bazı hikâyeleri şahsım tarafından yaşanmış gerçek hikâyelermiş gibi onunla paylaştım. Bu yöntem benim işimi çok kolaylaştırdı, çünkü onun yaşadıklarına benzer durumları yaşadığıma inanarak onu anladığımı hissetti. Aynı zamanda da her şeyin normal bir süreç olduğunu düşünerek tedirginliğini bir nebze de olsa üzerinden attı. Bu etkinlik bazen bütün sınıfa yönelikken bazen de birebir sohbetlerimizde gerçekleşmiş olup birbirimizi daha iyi tanımımıza sebep oldu.
Sınıf içinde ve dışında uyguladığım etkinliklerde öğrencilerimin ilgisini ve enerjisini genellikle canlı tutmaya çalışırım. İçedönük öğrencim ise diğer öğrencilerime kıyasla daha çabuk sıkılıp yorulmuş gibi davranmakta ve uzun süre suskunluğunu korumaktaydı. Her öğrenci bu durumu ara sıra yaşar ama sıklık durumuna bakıldığında öğrencimin bu suskunluğunun benim açımdan problem teşkil ettiğini fark ettim. Bu konuyla ilgili Loehken’in (2016) İçedönüklerin Sessiz Gücü adlı kitabındaki dışadönük ve içedönük kişiliklerin enerji sağlamadaki farklılıklarını vurgulayan benzetmesini okuduğumda ise bu tutumumla ilgili de bir değişiklik yapmam gerektiğini anladım. Loehken’e (2016, s. 22) göre;

Dışadönük biri enerjisini rüzgâr türbini gibi üretir, enerji oluşturmak için önce dışardan güç almalıdır. Daha sonra işleme katılarak dinamik bir şekilde dönmeye başlar. Buna karşın içedönükler pil gibidir: dinlenme halindeyken şarj olurlar, bunu yaparken dışarıdan bir rüzgâra gerek duymazlar ve bu aşamada herhangi bir faaliyette bulunmamayı tercih ederler. Dolayısıyla pile benzeyen içedönükler, kullandıkları enerjiyi yerine koymak için daha uzun bir süreye ihtiyaç duyarlar.

İçedönük öğrencimin yalnız zaman geçirmeye mutlaka ihtiyacı olduğunu, yalnız geçirilen bu zamanların onun için enerjisini toplaması açısından çok önemli olduğunu kavramam, ona olan yaklaşımımda da önemli farklılıklar oluşturdu. Bu aşamada onun enerjisini doğru harcamasının gerekliliği de ortaya çıktı. Aslında dersten ve diğer etkinliklerden çabuk yorulması ve sıkılıyor gibi davranmasının sebebi de mizacı ile özdeşleşen bu farklılıktı. Bu konuda tüm derslere aktif katılımından çok, ilgisini çeken konulara karşı aktif katılımını daha çok önemsedim. Elimden geldiğince işlediğim her konuda onun ilgisini çekecek bazı anekdotlar ile dersi zenginleştirmeye çalıştım. Onun ilgisini çeken konularda konuşması büyük bir adımdı. Bu konuda gün geçtikçe daha çok paylaşımda bulunmaya başlayan içedönük öğrencim jest ve mimikleriyle de iletişime açık olduğunu bana hissettirmeye devam etti. Bu tip öğrencilerle her zaman sesli bir iletişim kurmak aslında çok zordur. Dolayısıyla, içedönük öğrencim bana sessiz iletişim kurabilmenin ve birbirini onaylayabilmenin de mümkün olduğunu gösterdi.
Yine bu konuda Loehken’in (2016, s. 18) şu ifadesi de çok anlamlıdır: “Paylaşılmış sessizlik tanışıklar arasında geçen bir sohbetin parçasıdır.” Paylaşılmış bir sessizlik taraflar arasında güven ve onay ihtiyacı gerektirir. Taraflardan biri güven duymaz ya da anlaşılmadığını hissederse iletişim son bulur. Bu yönüyle sınıf öğretmenlerinin samimi olmaları çok önemlidir. Çünkü hangi kişilik tipi adı altında olursa olsunlar, çocuklar samimiyetsiz paylaşımları kolayca sezebilecek kadar güçlü algılara sahiptirler. Fakat burada şunu da belirtmem gerekir ki, her ne kadar ilk iki yıldan sonra içedönük öğrencimin benimle kurduğu sessiz iletişimler azalsa da ve onunla benim aramdaki sözel iletişimler çoğalsa da, sözel iletişimlerimiz hiçbir zaman normal bir çocuğunki gibi olmadı.
Bir sınıf öğretmeni olarak içedönük öğrencimin, davranışsal ve duygusal gelişimi adına ortaya koyduğum hedeflerim, sadece öğretmen-öğrenci arasındaki ilişkiden ibaret değildi. Bir birey olarak sınıf ve okul içinde var olan toplulukta kendini rahatça ifade edebilmesi, grup etkinliklerine katılabilmesi, ihtiyacı olan zamanlarda ihtiyacına yönelik yardım almayı öğrenebilmesi de çok önemliydi. Fakat önümde bu amaçlara ulaşmamızı engelleyen ve içedönük öğrencilerin sıklıkla yaşadığı bir duygu durum bozukluğu olan “sosyal fobi” mevcuttu. Sosyal fobi, bireyi birçok sosyal ortamda bulunmaktan alıkoyan, yaşam kalitesini azaltan ve kişilerarası ilişkiler kurmaktan uzaklaştıran önemli bir davranış bozukluğudur (Demir, 2009). Bu davranış bozukluğu, tanımadık insanlarla karşılaşma, başkalarının gözünün önünde olma, karşı cinsle veya bir topluluk önünde konuşma, vb. sosyal durumlar için sürekli bir korku duyma hali olarak da tanımlanabilir.
İçedönük öğrencimin sosyal fobisini yenebilmesiyle ilgili uygulamalarımda onun zayıf yönlerinden ziyade güçlü yönlerine odaklanmam gerektiğini anladım, çünkü içedönüklerin tipik güçlü yönleri vardır. Bunlar, içedönük bir kişinin başkalarıyla ilişkilerinde ve çok çeşitli taleplerle baş ederken kişiye yardımcı olurlar. Örneğin, “Tedbir, öze inme, konsantrasyon, dinleme, dinginlik, (sol beyinli içe dönükler için) analitik düşünme, bağımsızlık, kararlılık, yazma ve empati kurma” (Loehken, 2016, s. 64) bu güçlü yönlerden bazılarıdır. Ben de içedönük öğrencimin en sevdiği ve en başarılı olduğu ders olan Görsel Sanatlar dersini bu konuda bir çalışma ortamı olarak değerlendirdim. Çünkü resim yapmayı çok seven bu öğrencim saatlerce resim yapmaya devam edebilmekteydi. Sanki iletişim için harcaması gereken her anını resim çizmeye ayırıyordu. İçindeki tüm duyguları ve düşünceleri resimle dile getiriyordu. Bu sebeple onunla en rahat iletişim yolum da resimler ve görsel materyaller oldu.
Dolayısıyla, bir sınıf öğretmeni olarak içedönük öğrencimin sanatsal çalışmalarına eğilip onu anlamaya çalıştım. Ayrıca, sınıftaki diğer öğrencilerimin onun resimlerine yorum yapmalarına olanak tanıdım. Görsel okuma amacına dayalı etkinliklerimi de bu şekilde değerlendirmiş oldum. Seçtiğimiz resimleri yorumlama çalışmaları hem paylaşımlarımızı arttırdı hem de sessiz öğrencimin bize katıldığı, bize içini açtığı ortamlar oldu. Sanatsal çalışmaları sınıf panolarında, hatta okul koridorlarında sergiledik. Onunla beraber birçok öğrencimin de bu etkinliklere katılımını sağlayarak içedönük öğrencimin sosyal kabul açısından önemli bir yeteneği olduğunu anlamalarına yardımcı oldum.
Aslında içedönük bireyler sözel ifade güçleri zayıf olarak karşımıza çıkarken içilerinde duyumsadıkları ve anlamlandırdıkları şeyleri herhangi bir sanat dalı ile ifade etmeye ihtiyaç duyarlar. Örneğin, Yavuzer’e (1992, s. 11) göre, “Resim, bireyin kendince düzenlemeye çalıştığı karmaşık dünyasını açıklayış biçimi ve zihinsel gelişimin göstergesi sayılabilir. Kendiliğinden yapılan resimler, iç dünyaları yansıtıyor olmaları nedeniyle iyi analiz edildikleri takdirde çocukları ve onların gelişmelerini bize ayrıntıları ile yansıtırlar.”
Ben de içedönük öğrencimin resimlerini hem bana hem de kendisini çevreleyen dış dünyaya sessizce fısıldadığı sırları, duyguları ve düşünceleri olarak algıladım. Bu şekilde çok şey paylaştık. Bu paylaşımlarda sessiz iletişimimize ortak ve destek olan diğer öğrencilerimi gördükçe yapılan onca şeyin sınıf kültürümü de oldukça olumlu etkilediğini fark ettim.

İçedönük öğrencinize ulaşma çabanızın sınıf kültürüne olan etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir kavram olan “pozitif psikoloji”, aslında pozitif ruh sağlığını konu edinen bir alan olarak eğitim psikolojisi ile yakından ilişkilidir (Eryılmaz, 2013). Pozitif psikoloji, özünde mutlu bireye ulaşma hedefi ile gününün en az altı saatini okulda geçiren öğrenciler için hayati bir öneme sahiptir. Bir sınıf öğretmeni olarak hedeflerimizden biri sınıf içindeki her öğrencimizin pozitif ruh sağlığına sahip çıkmak olmalıdır; çünkü çocuklar duygusal olarak mutlu olup olmadıkları ile yakından ilgilenirler.
Dolayısıyla, her öğretmenin öğrencilerinin olumlu ruh hallerine sahip olması adına temkinli ve hazırlıklı olması gerekmektedir. Klasik bir yaklaşımla sadece öğreten-öğrenen taraflar arasında gerçekleşen ilişkilerin var olduğu sınıf ortamları genel olarak birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Bu yönüyle içedönük öğrencim için yaptığım tüm etkinlikleri genel olarak tüm sınıfa da uyarladım. Bu arada konu hakkında öğrendiğim her bilgi diğer tüm öğrencilerimde de bende de çok olumlu farkındalıklar oluşturdu. İlk iki yıl çok zor olarak gördüğüm sınıfım da kolaylaşmaya ve benle uzlaşmaya başladı. Bu uzlaşma taraflardan birini silikleştiren bir uzlaşı şeklinde değil, tarafların her birini daha özgür ve güçlü kılan bir anlaşmayı içeriyordu ve işim gün geçtikçe daha da kolaylaştı. Tüm uygulamalarımdaki amacım gözleri gülen, kendini mutlu hisseden ve bulundukları ortamda güven duyan öğrenciler yetiştirebilmekti ki sanırım bunu da başardım.

Sınıf içi uygulamalarınıza ilişkin içedönük öğrencinizle ilgili özel bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Her çocuğu eşsiz ve değerli gördüğünüzde onların gelişimine şahit olduğunuz her an da çok özel oluyor. Eğer öğrenciniz zor bir çocuk ise bu durum daha da paha biçilmez bir değere yükseliyor. Örneğin, içedönük öğrencimin beni çok dikkatli bir biçimde dinlediğini düşünmezdim. Bir gün konumuz İstanbul iliydi ve ben öğrencilerime İstanbul’daki Kız Kulesinin hikâyesini anlattım. Bu arada Kız Kulesini betimledik, resimlerine baktık ve bu yapıya olan ilgimin ve sevgimin oldukça fazla olduğunu sözlerimin arasında belirttim. Bu konuyu işlememden bir hafta sonra içedönük öğrencim 30’-50’ boyutunda bir resim kâğıdına denizin ortasında Kız Kulesini çizmiş ve bana hediye etmişti. “Orada olmayı çok istiyorsun diye seni kulenin penceresine çizdim, mutlu ol!” demişti. Ben dersimi işlerken içedönük öğrencim benim içimdeki coşkuyu ve orada olma isteğimi diğer öğrencilerime kıyasla çok daha iyi anlamıştı, çünkü çocuklar genelde kendi heves ve istekleri ile ilgilenirler.
Bu örnek, içedönük çocukların “gözlem”, “empati” ve “yakın çevreye duyarlılık” gibi özellikleri kendi kişiliklerinde ne denli yoğun olarak barındırdıklarını göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır. Öğrencim de içedönük bireylerin “derinlemesine öze inme” ve “empati kurma” özelliklerini kendine özgü bir yolla (çizdiği resim aracılığıyla) sergilemişti.
İçedönük Öğrencideki Değişimi/Gelişimi İzleme
Sizce içedönük öğrencinizin gelişimi nasıl neticelendi?
İçedönük öğrencimin gelişimi gün be gün daha olumlu hale dönüştü diyebilirim ve özellikle üçüncü sınıfın ikinci yarısı herkes tarafından gözlenebilir davranışlarla kendini gösterdi. Öncelikle kendini tanıyan bir birey oldu. Güçlü ile güçsüz olan yanlarını keşfetti. Güçlü yanları üzerine daha çok yoğunlaşmayı öğrendi. Mesela hızlı koşma konusunda becerisini yarışlara katılarak gösterdi. Resim konusundaki becerisi onu çok mutlu etti. Sesli, coşkulu şiir okuma etkinliklerinde pek de başarılı olamaması onu sessiz okuma ve anlama çalışmalarına yoğunlaştırdı.
İçedönük öğrencim de dâhil olmak üzere hiçbir öğrencimi başarılı veya başarısız olduğu konularda yanlış yönlendirmedim. Hayata hazırladığımız öğrencilerimizi geçici başarılarla beslersek ileride hayal kırıklığına uğramaları kaçınılmaz olur. Yalandan içi şişirilmiş sınav başarıları çocuklara sadece anlık tatminler sunarlar. Gelecekten ve kendilerinden emin olmaları için kendi gerçekleri ile de yüzleşmeleri gerekir. Bu sebeple, içedönük öğrencimin kendi güçlü ve güçsüz yanlarını objektif bir biçimde değerlendirmesi adına birbirimize karşı hep açık olduk.
İçedönük öğrencim ayrıca zamanla duygu ve düşüncelerini daha rahat aktarmaya başladı. Rahat selam veren, selam alan, hatır sorabilen ve insanların yüzüne daha rahat bakabilen bir birey haline geldi. Hiçbir zaman dışadönük öğrencilerim gibi olmadı, ama kendisiyle ilgili oluşturduğu farkındalık sayesinde “ayrılık kaygısı” bozukluğunu yendiği gibi “sosyal fobi” rahatsızlığını da atlattı. Bu basamaklar bizim için çok önemli geçitlerdi. Ayrıca, akademik olarak gün geçtikçe artan bir başarı grafiğine de sahip oldu. Sadece Görsel Sanatlar dersinde değil Matematik, Türkçe ve Sosyal Bilgiler gibi temel derslerde de oldukça başarılı sonuçlar elde etti. Oyun ve Fiziki Etkinlikler dersinde ise rekabet duygusunu yoğun yaşayan yarışmalara katılacak kadar güven duygusu duyan bir öğrenci oldu.

Sizce içedönük öğrenciniz hayata da meydan okuyabildi mi?
Greenspan ve Salmon (2013) zor çocuklar için “meydan okuyan çocuk” tabirini kullanır. Ben bu süreçte içedönük öğrencimin öncelikle hayatta var olma mücadelesinde, sessiz yapısıyla kendini ifade ederek çevresine meydan okuduğunu gözlemledim. Bu tip çocuklarda gizil bir güç mevcut olmakla beraber bu gücü keşfetmeye dair insanlarda merak uyanmaktadır. Ben de asıl olarak bu süreçte içedönük öğrencimin bende uyandırdığı bu merakın neticesinde zihnimdeki sorulara cevap bulmaya çalıştım. Dolayısıyla, içedönük öğrencim açısından değerlendirdiğimde, “Onun en büyük meydan okuma vakası içedönük ve zor çocuklar hakkında bende öğrenme merakı uyandırabilmesiydi.”
İçedönük öğrencimin herkes tarafından hayretle karşılanan diğer önemli bir meydan okuma vakası ise dördüncü sınıfın ikinci yarısında, ailesinin yeni bir ev satın alıp oraya taşınmak zorunda kaldığında gerçekleşti. Yeni evlerinde o zamana kadar sahip olmadığı ve kendi döşediği bir odası bile mevcuttu. Fakat öğrencim taşındıkları ve okula başladığı üç hafta boyunca ailesine ilkokulu eski okulunda tamamlamak istediğini belirtti. Ne kadar dil döktülerse de bu isteğinden vazgeçmeyeceğini ve gerekirse babaannesiyle kalabileceğini anlattı. Bu arada yemek yememe, içine kapanma ve bazı olumsuz duygu durum bozukluğu özelliklerinin yeniden baş göstermesiyle aile bu isteğini kabul edip naklini eski okuluna aldırdı ve ben de bu öğrencime tekrar kavuşmuş oldum.
Sonuçta birinci sınıfa geri döndüğümde en fazla ayrılık kaygısı bozukluğu yaşayan ve özellikle annesinden ayrı kalamayan bu öğrencim cesur bir karar vermişti ve bu kararının arkasında da durmuştu. Sınıfımız bazen çok sesli veya gürültülü olduğunda öğrencilerimden bir kısmı “Keşke daha uslu bir sınıfımız olsaydı” şeklinde bir serzenişte bulunduğunda içedönük öğrencim, izin isteyip “Onlar bu sınıftan hiç ayrı kalmadılar, bu nedenle kıymetini bilmiyorlar” cevabını vermişti. Bu olay bazı öğretmenler için bir şımarıklık gibi algılansa da içedönük, dışa kapalı öğrencimle yolculuğumu düşündüğümde hem onun hem de benim açımdan büyük bir gelişim basamağıydı.
Bununla birlikte, bu olay içedönük öğrencim hakkında biraz endişe duymama da sebebiyet vermedi diyemem. Çünkü bu olay bir yönüyle içedönük öğrencimin kendi ailesinden ayrılmayı göze alabilmesiyle ilgili özgüvenini yansıtıyordu, diğer yönüyle de ilk öğretmeni olarak onun bana bağımlı olmaya ya da bağlanmaya başladığına ilişkin işaretler içeriyordu. Ben de onunla karşılıklı konuşarak bu durumu birlikte değerlendirmeye karar verdim. Dördüncü sınıfın ikinci yarısıydı, kısaca ilkokulun son dönemiydi ve içedönük öğrencim de bu sınıftan mezun olmayı çok istiyordu. Yeni ilkokulundaki sınıfını ve öğretmenini iyi tanımadığını, onlarla tanışıp kaynaşabilmek (onlarla güvene dayalı ilişkiler kurabilmek) için çok az bir vakti kaldığını ve eğer eski sınıfında ve mahallesinde ilkokula devam ederse çok mutlu olacağını ısrarla dile getirdi. Ona ilkokuldan sonra gideceği ortaokulda nasılsa tüm öğretmen ve arkadaşlarının değişeceğini açıkladığımda ise öğrencim bana o zaman herkesin onun gibi ortaokula yeniden başlamış olacağını ve dolayısıyla da hiç kimsenin ona yeni (gittiği ilkokulun) sınıfındaki gibi garip gözlerle bakmayacağını söyledi. İçedönük öğrencim bu hususu ailesine de defalarca bu şekilde izah etmeye çalıştığını hatırlattı ve sonunda ben de ailesi de aslında onun kendi hayatının gerçeklerine yönelik haklı bir değerlendirme yaptığını fark ettik. Yıllarca babaannesi ve dedesi ile yakın bir ilişki içinde bulunduğu için de onlara güven duyup onlarla beraber yaşamayı kabullenmesi onun açısından (yeni bir ilkokula gitmekten daha) normaldi. Süreç içerisinde, öğrencim hafta sonları hariç olmak üzere sadece dört buçuk ay ailesinden ayrı kaldı. Daha sonra ise ortaokul için ailesinin yanına tekrar geri gitti ve öğrenimine yeni okulunda devam etti.
İçedönük öğrencinizin dördüncü sınıftan sonraki durumunu da takip etme olanağınız oldu mu?
İçedönük öğrencimle iletişimimde en büyük desteğim onun annesiydi. Yaşadığımız her bir problemden birbirimizi haberdar ettik. Defalarca yüz yüze ve telefonla görüşmeler yaptık; birbirimize güven duygusu içinde bağlarımız da giderek güçlendi. Annesiyle ilişkimiz ve iletişimimiz içedönük öğrencim beşinci sınıfa başladıktan sonra da belli bir süre devam etti. Çünkü beşinci sınıfın ilk günlerinde bu öğrencim yeni ortamında bazı problemler yaşadı. Bu noktada velim vesilesiyle okulunun rehber öğretmeni ile tanışıp durumunu bildirdim. Bu şekilde içedönük öğrencimin durumu ile alakalı görüşmelerimiz ilk iki ay daha sık olmak üzere devam etti. İki ay sonrasında ise her şey en azından bildiğim kadarıyla düzene girdi. Bu arada öğrencim beni belirli aralıklarla ziyaret etmeye devam etti.
İtiraf etmeliyim ki her şeye rağmen özünde olan, onunla doğasından gelen ve onu terk etmeyen mizaç özellikleri, içedönük öğrencimin hayatı boyunca hep var olacak. Jung’ın (2015, s. 111) da ifade ettiği gibi, “Her birey, daima değişen ruh haliyle yeni bir yaşam deneyi ve yeni bir çözüm ya da yeni bir uyum teşebbüsüdür.” Önemli olan içedönük öğrencimin toplumda kendi üslubuyla “Ben de varım” demeyi öğrenebilmiş olmasıdır. Daha önemlisi, inanıyorum ki bir öğretmenin bir çocuğun zihninde kendisiyle ilgili bir bilinç uyandırması, bir anlamda onun tüm hayatına bir ışık tutmak olacaktır.

Mesleki Açıdan Kazanımı/Gelişimi Değerlendirme
İçedönük öğrencinizle ilgili deneyimleriniz size mesleki bilgi, beceri veya anlayış bakımından ne tür bir katkı sağladı?
Öncelikle, “zor çocuk” olgusu hakkında önemli kazanımlarım oldu. Örneğin, farklı kaynaklardan (bkz., Cain, 2012; Greenspan ve Salmon, 2013; Laney, 2015; Loehken, 2016; Turecki ve Tonner, 2011) okumalarım neticesinde zor çocuk olgusunun üç farklı şekilde değerlendirildiğini kavradım. Birincisi, herkeste bulunan mizaç özelliklerinden bazılarının olması gerekenden daha fazla veya çok daha az yaşayarak iletişimde, sosyal ilişkilerde, bulunduğu ortamlara adapte olmada ve öğrenmede, bununla birlikte istendik davranış kazanmada problem yaşayan bireydir zor çocuk. İkincisi; doğumundan itibaren ona verilmiş mizaç örüntüsü dâhilinde herkesin kolaylıkla çözebildiği sosyal, iletişimsel veya karar vermeyle ilgili problemleri çözme becerisi bulunmayan ve bu sebeple de problem yaşayan bir bireydir zor çocuk. Üçüncüsü, mizaç tipi dolayısıyla kendine sınır çizen ve tavırlarıyla hayata, çevresine ve kendi dünyasına meydan okuyan bir bireydir zor çocuk.
Selçuk ve Yılmaz (2016, s. 8-9) da mizaç konusuyla ilgili özellikle ebeveynlere ve öğretmenlere yönelik olarak farklı bir bakış açısı getirmiştir. Onlara göre de davranış kalıplarının temel şekillendiricisi “mizaç” olmakla beraber, “mizaç”, “karakter” ve “kişilik” kavramlarının birbiriyle iç-içe geçmiş özellikleri bulunmaktadır. Örneğin:

Mizacı bir elma tohumuna, karakteri elma ağacının kalın dallarına, kişiliği ise ağacın tamamına benzetebiliriz. Tohum, şartlar ne olursa olsun, yapısal olarak bir elma ağacının programını ihtiva eder ve var olduğu sürece hiç bir zaman portakal, kiraz veya limon değil; her zaman elma meyvesi verme potansiyeli taşır. Ancak bu tohumdan gelişecek ağacın (kişiliğin) yeşil, kırmızı, sert, sulu, ekşi vb. nasıl bir meyve vereceği çeşitli faktörlere (içsel ve dışsal) bağlı olarak değişecektir. Doğal olarak öğrencilerin yaşama bakış açıları, algı öncelikleri, motivasyon ve yönelimleri bağlamımda yetenek, ilgi, eğilimler, öğrenme biçimleri ya da motivasyonlarını belirleyen en temel çekirdek olan mizaç tipleri; eğitim ya da diğer yollarla hiçbir zaman değişmez. Eğitim yolu ile öğrencimize etki edip değiştirebildiğimiz ve geliştirebildiğimiz yapı ise onun mizacı değil, karakter ve kişiliğidir.

Öğretmenler için bir öğrenci sessizse, ortalama bir başarıya sahipse ve huzur bozucu olaylara karışmıyorsa, genellikle zor bir çocuk olarak algılanmaz. Greenspan ve Salmon’un (2013, s. 138) da vurguladığı gibi: “Maalesef içedönük çocukları farkında olmaksızın kendi kendilerine terk etmek kalplere üzüntü verecek kadar kolaylıkla yapılmaktadır.” Bunun yanında eğer öğretmen duyarlı bir öğretmense farklı bireysel özellikleri dikkate alarak farklı öğrencilerin ihtiyaçlarına yönelik olarak çalışır ve çalışmalıdır da. Dolayısıyla, bugüne kadar görmezden gelinmiş bir öğrenci profilidir içedönük çocuklar. Belki de bu tip öğrencilerin farkına varılmama sebebi, çok da sorun teşkil etmemeleri ve problemsiz algılanıyor oluşlarıdır. Peki ama:

Acaba içedönüklerin iç dünyalarında da durum aynı mıdır?

Neden içedönükler zor çocuk sınıflaması içine dâhil edilmişlerdir?

İçedönükleri zor yapan sebepler nelerdir?

İçedönükler mi zordur yahut içinde bulundukları konum itibariyle yaşam mı onlar için zordur?

Bu durumda bir sınıf öğretmenine düşen sorumluluklar nelerdir?
Ben kendi kendime yaptığım bu tür sorgulamalardan sonra içedönük öğrencimin içinde bulunduğu durumu fark edince aslında sessiz kişiliğinin altında nice çığlıklar atıldığını duydum. O çığlıklar “Bana yardım edin” diyordu, fakat durumu itibariyle sessizliğe gömülen bu öğrencim için yaşadığı çıkmazları ifade edebilmek imkânsızdı. İşte tam da bu sebeple zor bir çocuktu. Burada karşı karşıya olduğum bu durum karşısında bir sınıf öğretmeni olarak bu öğrencime yönelik takınacağım tutum veya tavır çok önemliydi. Örneğin:
Öğrencimin kendini değerli hissederek daha sosyal, akademik olarak daha başarılı ve her şeyden önemlisi daha mutlu olması için katkıda bulunma sorumluluğunu göze alan bir sınıf öğretmeni olmayı seçmek ya da işleri oluruna bırakıp bu öğrencimi kendi kaderine terk etmek de tercihim olabilirdi.
Tabii ki zor öğrencim için zor olanı seçmek beni mesleki açıdan da çok olgunlaştırdı diyebilirim. Her şeyden önemlisi, içedönük öğrencilerin okul hayatlarının nasıl olması gerektiği hususunda iyi bir anlayış geliştirdiğimi düşünüyorum. Laney’in (2015, s. 20) de vurguladığı gibi:

İlkokula başlamak içedönük çocuklar için büyük bir adımdır. Artan dersler ve baskı onları bunaltabilir. Giderek kolaylaşacağını söyleyerek içedönük çocukları rahatlatmak gerekir ki, zaten öyle de olacaktır. İçedönük çocuklar yeni öğrendikleri bir şey ile zaten bildikleri bir şey arasında bağlantı kurabildiklerinde onu en iyi şekilde öğrenirler. Ve bu öğrendiklerini önceki bilgi ve tecrübelerinin üzerine inşa ederler. Materyaller tek lokmalık, kolay sindirilebilir bölümler halinde olduğunda en iyi şekilde öğrenirler. Temel şeyleri yaratıcı yollarla bol tekrar yaparak öğrenirler. İçedönük çocuklar matematik için kullanılan kısa süreli hafızaları güçlü olmadığından toplama çıkarma yaparken ve çarpım tablosunu ezberlerken pek çok kez alıştırma yapmaya ihtiyaç duyarlar. Hala sınıftaki uyaranlarla başa çıkmaya çalıştıklarından, bu temelleri öğrenmekte biraz yavaş olabilirler. Ama kendi ayakları üzerinde durmaya başladıklarında (üçüncü sınıf civarında) geri çekilin ve onların işi ele almasına izin verin. Pek çok içedönük çocuk bu aşamada öğrenmeyi gerçekten sevmeye başlar. En büyük sıkıntıları seslerini çıkarıp bildiklerini göstermektir.

Sonuç ve Tartışma bölümü ile Kaynakça içeriği için “Eğitimde Nitel Araştırmalar Dergisi – ENAD” web sitesini ziyaret edebilirsiniz. http://enadonline.com/tr/arsiv/volume-6-issue-1/icedonuk-bir-cocugu-anlamak-bir-anlati-arastirmasi/icedonuk-bir-cocugu-anlamak-bir-anlati-arastirmasi/

Kaynak: Eğitimde Nitel Araştırmalar Dergisi

Bu site, reCAPTCHA ile korunmaktadır ve Google'ın Gizlilik Politikası ve Hizmet Şartları geçerlidir.